
Alışabildik
mi Beklenen Kredi Zarar Karşılığına?
2018
itibarıyla hayatımıza giren ve oldukça ses getiren TFRS 9’un, belki de en
kapsamlı değişikliklerini içeren fazıydı kredi zarar karşılıkları. Özellikle
finans sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için sancılı bir geçiş süreci
olduğunu söylesek çok da abartmış olmayız. Zira BDDK tarafından yayımlanan
kural bazlı Karşılıklar Yönetmeliği’nden, ilke bazlı TFRS 9’a geçmek, özellikle
kural bazlı düzenlemelerin her zaman çok daha fazla benimsendiği ve ilke bazlı
düzenlemelere direnç gösterilen Türkiye’de çok da kolay olmadı. Özellikle
finans sektöründe faaliyet gösteren işletmeler için sancılıydı diyoruz; çünkü
hem TFRS 9’da yer alan kolaylaştırıcı uygulamalardan finans sektöründe faaliyet
gösteren işletmelerin yararlanması mümkün olmamakta hem de salt finans sektörü dışındaki
sektörlerde gösteren işletmelerin ticari alacak, ticari borç, mevduat ve banka
kredileri dışında önem arz eden finansal araçları genelde bulunmamaktadır.
Peki
TFRS 9 uyarınca finansal araçlar için beklenen kredi zarar karşılıklarına
geçişi bu kadar zor kılan neydi?
TFRS
9 yürürlüğe girmeden önce, finans sektöründe faaliyet gösteren işletmeler
Karşılıklar Yönetmeliği’ni, finans sektörü dışında faaliyet gösteren işletmeler
ise TMS 39’u uygulamaktaydı. Karşılıklar Yönetmeliği uyarınca işletmelerin
kredileri; değer düşüklüğü kapsamında nasıl sınıflandıracakları, sınıf bazında
ayıracakları karşılık oranları, söz konusu karşılıklar hesaplanırken dikkate
alınabilecek teminatlar ve oranları gibi tüm bilgiler katı kurallarla
düzenlenmişti. Bu kapsamda işletme yönetimlerinin söz konusu hususlara yönelik
muhakemede bulunmasını gerektiren çok da durum olmamaktaydı. Özellikle
Bankacılık Kanununda tanımlanan kredilerin sınıflandırılmasındaki eşik gün
sayılarını, tam anlamıyla işletmelerin kurtarıcısı olarak nitelendirmek yanlış
bir değerlendirme olmayacaktır; zira uygulamada kredilerin sınıflandırılmasında
nitel göstergelerden çok, söz konusu nicel göstergeler; yani gün sayıları
dikkate alınmaktaydı. Örneğin; bankaların kullandıkları bilgi sistemlerindeki
tanımlamalar uyarınca kredi anapara ve/veya faiz ödemesi 30 günü geçen
krediler, manuel müdahaleye açık olmakla birlikte, otomatik olarak yakın
izlemedeki krediler sınıfına aktarılmaktaydı. Ne yazık ki, TFRS 9’a geçiş
sonrasında dahi, bu durumun çok da değiştiğini söylemek mümkün değil. TFRS 9’un
mantığına uygun bir şekilde kredilerin sınıflandırılmasını salt eşik gün
sayıları üzerine inşa etmek yerine, kredi risk parametreleri bazında
değerlendirme yapan işletme sayısının azınlıkta kaldığını belirtmek çok da
iddialı bir söylem olmayacaktır. Özellikle büyük montanlı ticari ve kurumsal
kredilerde, salt eşik gün sayıları tabanlı yaklaşımın benimsenmesinin TFRS 9
çerçevesinde kabul edilebilir olduğunu söylemek mümkün değildir. Eşik gün
sayılarına, Karşılıklar Yönetmeliği’ne benzer şekilde TFRS 9’da da yer
verilmektedir; ancak söz konusu gün sayıları adı üzerinde eşik değerlerdir;
yani öncelikle gün sayıları dışında diğer göstergelerin dikkate alınması, en
son bu eşik gün sayıları bazında değerlendirme yapılması gerekmektedir. Aksi
halde, TFRS 9 uyarınca değer düşüklüğü kapsamında kredilerin
sınıflandırılmasındaki uygulama, Karşılıklar Yönetmeliği’nden çok da
ayrışmayacaktır; bu da gerçeğe uygun sunumdan giderek uzaklaşıldığı anlamına
gelecektir.
Peki
neden eşik gün sayılarına bu kadar bel bağlanmakta?
Bankalar
salt eşik gün sayıları üzerinden kredilerini sınıflandırdıklarında, herhangi
bir değerlendirme yapma, muhakemede bulunma zahmetine girmemektedirler. Zaten
TFRS 9’a geçişin bu kadar zahmetli ve zorlu bir süreç olmasına neden olan
unsurlardan birisidir bu muhakemeler ve değerlendirmeler. Zira TFRS 9 uyarınca
işletmelerin kredilerini genel yaklaşım uyarınca sınıflandırmalarında tarihi,
cari ve ileriye yönelik makul ve desteklenebilir tüm bilgileri kullanması
esastır. Madem bu paragrafta değindik, TFRS 9 uyarınca genel yaklaşıma
değinmeden de olmaz.
Beklenen kredi zararı modeli üç seviyeli bir
modele; diğer bir ifadeyle genel yaklaşıma dayanmaktadır. Birinci seviyede ilk
kez finansallara yansıtılmasından bu yana kredi riskinde önemli bir artış
gerçekleşmemiş olan; yani düşük kredi riskine sahip olan finansal araçlar yer
almaktadır. Bu seviyede sınıflandırılan finansal araçlar için 12 aylık beklenen
kredi zararı karşılığı muhasebeleştirilmesi ve faiz gelirinin ise finansal aracın
brüt defter değeri üzerinden hesaplanması gerekmektedir. TFRS 9 uyarınca 12
aylık beklenen kredi zararı, ömür boyu beklenen kredi zararlarının, raporlama
tarihinden sonraki 12 ay içinde finansal araca ilişkin gerçekleşmesi mümkün
temerrüt hallerinden kaynaklanan beklenen kredi zararlarını temsil eden
kısmıdır.
İkinci seviyede ise, raporlama tarihinde düşük
kredi riskine sahip olmaksızın, ilk kez finansal tablolara alınmasından bu yana
kredi riskinde önemli bir artış gerçekleşmiş olan; ancak değer düşüklüğüne
ilişkin objektif bir gösterge, kanıt bulunmayan finansal araçlar yer
almaktadır. İşte çanlar işletmelerin risk izleme departmanları için tam da
burada çalmaya başlamaktadır. “Kredi
riskinde önemli artış”… Yazının önceki bölümlerinde de belirttiğimiz gibi
TFRS 9 da diğer standartlar gibi ilke temellidir; dolayısıyla kredi riskinde
önemli artış göstergelerinin standartta tek tek sıralanması ve tanımlanması,
işletme yöneticilerinin kuşkusuz hayallerinin bir parçasıydı; ama ilke temelli
bir yaklaşımda bu hayallerin suya düşmesi de şüphesiz kaçınılmazdı ve öyle de
oldu. Bu durumda her koyun kendi bacağından asılacak; yani her işletme kredi
riskinde önemli artışın ne olduğunu, hangi göstergelerin kredi riskinde önemli
bir artışa işaret edeceğini belirlemek ve bu politikaları da tutarlı bir
şekilde uygulamak durumunda kalacaktı. İşte bu noktada sadece çanlar çalmadı,
aynı zamanda özellikle finans sektöründe faaliyet gösteren işletmeler isyan
bayraklarını açtı. Dokunduğunuz her yöneticiden “Böyle bir yaklaşım kabul edilemez, her işletme kafasına göre kredi
riskinde önemli artışı nasıl tanımlayacak. Benim kredi riskinde önemli artış
var olduğunu belirleyip ikinci sınıfta izlediğim bir müşteriyi, bir başkası
birinci sınıfta izleyebilecek. Nerde kaldı karşılaştırılabilirlik?”
sözlerini duymak alışılageldik bir durum olmuştu ne yazık ki. Beklenti, yetkili
bir otoritenin çıkıp, kredi riskinde önemli bir artış olarak kabul edilecek
durumları tek tek sıralamasıydı ve BDDK bankalar için bu beklentileri büyük
ölçüde yerine getirmek durumunda kaldı. Böylelikle özellikle banka
yöneticilerinin içlerine bir nebze su serpilmiş oldu.
Yine ikinci seviyede sınıflandırılan finansal
araçlar için ise ömür boyu beklenen kredi zararı muhasebeleştirilmesi, faiz
oranının ise birinci seviyede sınıflandırılan finansal araçlara benzer şekilde
yine ilgili finansal aracın brüt defter değeri üzerinden hesaplanması
gerekmektedir. TFRS 9 uyarınca ömür boyu beklenen kredi zararı, finansal aracın
beklenen ömrü boyunca gerçekleşmesi mümkün tüm temerrüt durumlarından
kaynaklanan beklenen kredi zararlarıdır. Bu aşamadaki beklenen kredi zararları,
temerrüt olasılığı ile ağırlıklandırılmaktadır.
Ah şu temerrüt olasılığı olmayaydı iyiydi. Zira
belirlemesi zor ve zahmetli olan söz konusu olasılık her taşın altından
çıkmaktadır. Kredilerinizi mi sınıflandıracaksınız? Öyleyse işe, söz konusu
kredinin ilk kez finansal tablolara alındığı tarihteki temerrüt olasılığıyla,
raporlama dönemi sonundaki temerrüt olasılığını karşılaştırmakla başlamak
durumundasınız. Beklenen kredi zarar karşılığını mı hesaplayacaksınız? Finans
sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin benimsemesi mümkün olmayan basitleştirilmiş
yaklaşımlar haricinde temerrüt olasılığı, yapacağınız söz konusu hesaplamanın
can damarını teşkil edecektir. Temerrüt olasılığının yapı taşlarını oluşturan bireysel
veya portföy bazında risk parametrelerini belirle, bu parametreleri tanımla, bu
parametrelerin tanımlanmasında GSYİH, işsizlik gibi makro ekonomik göstergeler
dahil tarihi, cari ve ileriye yönelik makul ve desteklenebilir hangi bilgilerin
kullanılacağına karar ver, bu bilgilerin ağırlıklarının ne olacağını belirle, bu
parametreler bazında ürünlere atanan değer değişikliklerini takip et (risk
izleme), güncel gelişmeler ışığında bu parametrelerde yapılacak değişiklikleri
belirle, bu parametreleri oluşturan veri setini oluştur, bu veri setinin
bütünlüğünü ve güvenliğini sağla vb. Tüm bu süreçler için politikaların
oluşturulması, ciddi maliyetlere katlanarak yazılımlar yaratılması veya satın
alınması, nitelikli personel bulma ve eğitme vb. İşte TFRS 9’a geçişin sancılı
bir süreç olmasına ve bu standardı uygulamanın pek külfetli olmasına neden olan
hususlardan bazıları. Tüm bu şartlarda alış alışabilirsen beklenen kredi zarar
karşılıklarına.
Genel yaklaşım uyarınca üçüncü seviyede ise
raporlama tarihi itibarıyla değer düşüklüğüne uğradığına ilişkin objektif
göstergeler bulunan finansal araçlar, diğer bir ifadeyle batıklar yer
almaktadır. Pandemi döneminde sıklıkla duyduğumuz NPL (non performing loan)
rasyosu, işte üçüncü seviyede yer alan varlıkların toplam varlıklara oranını
teşkil etmektedir. Pandeminin etkilerinin yoğun hissedildiği dönemlerde BDDK
tarafından yayımlanan kararlarla söz konusu NPL rasyosunun gerçeğe uygunluktan
uzaklaştığını bilmeyeniniz yoktur herhalde. Zira karara göre, kredi riskinde
önemli artış için eşik gün sayısı 30’dan 90 güne, batık olarak sınıflandırma
için eşik gün sayısı da 90’dan 180 güne uzatılmıştı. Anlayacağınız, öldürmeyen
BDDK öldürmüyor. Mezkûr karar uyarınca yüzdürülen söz konusu kredilerin banka
finansallarına olan etkilerini, kararların yürürlükten kalkacağı 2021’in 3.
çeyreğinden itibaren görmeye başlayacağız.
Söz konusu üçüncü seviyede sınıflandırılan
finansal araçlar için ömür boyu beklenen kredi zararı karşılığı
muhasebeleştirilmesi ve faiz gelirinin ise ilk iki seviyede sınıflandırılan
finansal araçlardan farklı olarak ilgili finansal aracın net defter değeri;
diğer bir ifadeyle değer düşüklüğü karşılıkları düşülmüş tutar üzerinden
hesaplanması gerekmektedir. Bu hükümle standart işletmelere, madem varlığın
belli bir kısmı için nakit akış beklentin yok, o zaman o kısım üzerinden fiktif
bir faiz geliri muhasebeleştirmene izin de yok demek istiyor.
Yine bu
seviyede sınıflandırılan finansal araçlar için hesaplanan ömür boyu beklenen
kredi zarar karşılığının, ikinci seviyede sınıflandırılan finansal araçlar için
hesaplanan ömür boyu beklenen kredi zarar karşılıklarından, çok daha yüksek
olması beklenmektedir; çünkü bu seviyede karşılık tutarları teminat vb. nakit
akış beklentileri haricinde finansal aracın tamamı için ayrılacaktır. Bu arada
teminat demişken… TFRS 9’a geçiş sürecinin sancılı olmasına neden olan bir
başka husus da işte bu teminat hususu. Zira Karşılıklar Yönetmeliği uyarınca en
azından banka yöneticilerinin kafası oldukça rahattı; çünkü Yönetmelikte, hangi
teminatın ne şekilde sınıflandırılacağı açıkça belirtilmekte ve her bir sınıf
bazında teminatların dikkate alınma oranları tek tek sıralanmaktaydı. Tabi ki
TFRS 9 bu hususa yönelik de rijit hükümler getirmeyerek, topu yine işletme
yöneticilerine atmakta. Yönetim, teminatı açık bir şekilde tanımlamak, söz
konusu teminat üzerinde işletmenin haklarını tespit etmek, teminattan ne zaman,
ne kadarlık bir nakit akış beklentisine sahip olduğunu belirlemek zorundadır;
dolayısıyla burada da işletme yönetimi muhakemede ve makul varsayımları esas
alarak tahminlerde bulunmak durumundadır.
Aşağıda genel yaklaşım uyarınca belirlenen üç seviyeyi gösteren örnek bir şekil yer almaktadır:
Ya
finans sektörü dışındaki işletmeler… Onlar için de sancılı bir geçişten söz
etmek mümkün mü?
TFRS
9’a geçiş, yazıda sayılı sebeplerden dolayı finans sektöründe faaliyet gösteren
işletmeler için oldukça sancılı oldu. Peki ya finans sektörü dışında faaliyet
gösteren işletmeler? Elbette bu işletmeler standartta yer verilen
kolaylaştırıcı uygulamalardan yararlanmakta; yani aman aman bir çabaya
girdikleri söylenemez. Zira standart gerek finansal araçların değer düşüklüğü
kapsamında sınıflandırılmasında ve gerekse beklenen kredi zarar karşılığının
hesaplanmasında kolaylıklar sunmakta. Peki ya sunulan bu kolaylaştırıcı
hükümler, işletmeler tarafından tam anlamıyla standardın mantığına uygun bir
şekilde uygulanıyor mu? Yoksa işletmeler kolaylaştırıcı hükümleri, standarda
aykırı olarak, daha da kolaylaştırma yoluna mı gidiyor? Yani standart vur
derken, işletmeler defin işlemleriyle mi meşgul? Ne dersiniz?
Yorum Yap